“Bana istediklerimin bir anlamı olduğunu gösterecek biçimde,
takdir etme, kayıtsız kalma ve itaat etme gibi davranışlarda bulunacak bir Öteki gereklidir.”
Friedrich HEGEL
İnsan “öteki”nden doğar, “öteki” ile var olur,“öteki” ile oyun oynar, “öteki”ye aşık olur, “öteki” ile yarışır, “öteki” ile işbirliği yapar, “öteki”den nefret eder, “öteki” ile savaşır, “öteki” ile barışır… Rekabet, insanın “öteki” ile bitmeyen ezeli ve ebedi meselesi içindeki bir mücadele mecrasıdır. İnsan, milyonlarca yıllık evrimsel yolculuğu içinde, öteki olmadan var olamayan, ama ötekinin varlığında da huzur bulamayan bir canlı türü olmaktan öteye gidememenin trajikomik serüvenini yaşamaya devam etmektedir.
Bauman (2002) rekabetin nedenselliğini, “öteki” haklarının, “ben” haklarını sınırlaması algısına dayandırmaktadır. Buna göre benim özgürlüğümün genişletilmesi, ötekilerin özgürlüklerinin daraltılmasını gerektirir. Evrimin sosyobiyolojik penceresinden bakınca, rekabetin, canlılar için yarına kalma amacına hizmet eden işlevsel bir davranış sistemi olduğunu öne sürebiliriz. Ancak milyonlarca yıldan sonra, atalarının verdiği varoluş savaşının sefasını süren modern insanoğlu için rekabet etmek ne anlama gelmektedir? Aynı dünya üzerinde yaşamak için yeterince yere ve kaynağa sahip olan insanlar, ne için rekabet ederler?
Thomas Hobbes'a (1588-1679) göre insanların doğuştan eşit olması, amaçlarına erişme umutlarının da eşit olması anlamına gelir. Bu durumda, aynı anda sahip olamayacakları bir şeyi aynı anda istemeleri çatışma yaratır. Hobbes, "İnsan insanın kurdudur" derken kişinin kendi varlığını korumak için diğerini yok etmek de dahil her şeyi yapabileceğini vurgular. Ancak “doğa insanı”, çatışmada kendi varlığını da tehlikeye atacağını bildiğinden, kendini koruma içgüdüsüyle uzlaşmaya yönelir ve doğal insan “sosyal insan”a dönüşür.
Öte yandan sosyal bir varlık olma mertebesine erişmek için uzlaşmaktan ve işbirliği yapmaktan çekinmeyen insan aynı zamanda, diğerleriyle arasında bir çatışma ve yarışma mesafesi de bırakmaktadır. Bu mesafe, insanın yalnızca uzlaşmaya değil, kazanmaya yönelik bir güdülenmesi de olduğunu göstermektedir. Kazanmak, rekabetin hayati bir değerinin olmadığı durumlarda da varoluş için bir anlam ifade eder. Diğerlerinden daha güçlü, daha başarılı, daha zengin, daha güzel, daha mutlu, kısacası üstün olmak, insanın yalnızca sosyal bir varlık olmadığının, aynı zamanda sosyal dünyada özel ve biricik olmaya da ihtiyaç duyduğunun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. İnsan, eşitlik ve sıradanlık duygusu ile rahat edemeyen bir canlıdır. Zaten toplumsal yaşam, mutlak eşitliğe izin veren bir karakterde yapılanmamıştır. Eşitsizlik, bir gerilim ve çatışma kaynağı olarak görülebileceği gibi, topluluklara dinamizm kazandıran gelişmenin kaynağı olarak da görülebilir. Biliyoruz ki, eşitliğe dayalı toplumsal arayışlar binlerce yıldır sürmekte, savaşlar verilmekte, ancak insanlık, mutlak eşitlik mertebesine bir türlü erişememektedir. Belki de eşitlik, yeryüzündeki bütün canlıların ancak ölüm karşısında sahip olabildikleri bir özellik olması nedeniyle, hayatiyete aykırı bir durum olarak algılanmakta ve insanoğlunun kolektif bilinçdışı tarafından, dünyadan uzak tutulmaktadır. Böylelikle insan, ölümsüzlük efsanesinin peşindeki macerasına devam edebilmektedir.
Aslında, biyolojik varoluş çelişkileri ile sosyal varoluş çelişkileri, birbirlerinden çok da uzağa düşmemektedir. Sosyal psikologlar Muzaffer Sherif'in 1954’de ki Hırsızlar Mağarası deneylerinden beri işbirliği ve rekabet dengesini (cooperation vs. competition) tartışmaktadırlar. Bu deneyde, rekabet eden iki grup arasındaki sürtüşmeli ilişkinin, iç grup dayanışmasını arttırdığı ve dış grubu olumsuz yargılar ile belli bir mesafeye yerleştirdiği, sosyometrik ölçümlerde de arkadaşlık tercihlerinin ağırlıklı olarak iç gruba yöneldiği gibi önemli bulgular elde edilmiştir. Yapılan araştırmalar, insanların başarıya güdülenmeleri için, “içeride işbirliği; dışarıda rekabet” dengesini aradıklarını göstermektedir. Örneğin basketbol koçu John Tauer (2009) de yaptığı çalışmada, takım içi işbirliği ve takımlar arası rekabet içeren koşulun, yalnızca işbirliğine ya da yalnızca rekabete dayalı deneysel koşullardan da bireysel başarıya dayalı deneysel koşuldan da daha yüksek motivasyon yarattığı sonucuna varmıştır.
“İşbirliği mi; rekabet mi?” sorusunu sorarken, hangi bağlamda olduğumuz ve nereye ulaşmaya çalıştığımız büyük önem taşımaktadır. Eğer söz konusu olan; kazan-kaybet ikilemi ise rekabet etmenin önemini azımsamamak gerekir. Ancak toplumsal yaşam ve ilişkiler dahil birçok durumda geçerli olan kazan-kazan koşulunda isek ve barış, huzur, uzlaşma gibi değerlere ulaşmaya çalışıyorsak, işbirliği çemberlerini genişletmeye daha çok ihtiyacımız var demektir.